hesabın var mı? giriş yap

  • şimdi size sivrisinek ısırığına kesin çözüm olarak mucizevi bir formül yazacağım.

    sonrasında ilgili bölgenin kaşınmadığını göreceksiniz. kendim düşünüp, kendim tasarladım. sonuç olarak gerçekten işe yaradığını gördüm. sizinle de paylaşayım, ölümlü insan ırkı sivrisineklere bir gol atsın bari.

    araştırmalarıma göre sivrisinekler ısırınca, ısırdıkları yere ya kimyasal atıklarını bırakırlar ya da salgıladıkları kimyasal bileşeni derinin o bölgesine bulaştırıyorlar. bu yüzden bizim de derimizde ısırılan o bölgede bu kimyasal bileşen alerjiye sebep oluyor ve kaşınıyoruz. geceler boyu uyuyamıyoruz. i

    şte bu esnada yapılacak şey şu olmalı;

    bir çay kaşığı alın ve alt kısmını çakmakla 5 saniye ısıtın. sonra ısırılan yere ve çevresine hafifçe dokundurun.

    hafif yanmanın ardından kaşıntının bir anda geçtiğini göreceksiniz. işte mucize. püüüiif. bir ağacın oksijen vermesi kadar gerçek ve yunus balıklarının akciğeri olması kadar çarpıcı bir sonuç.

    peki neden böyle oluyor? biliyorsunuz kimyasal bileşenler karbon içerikli. bu yüzden de yüksek sıcaklıkta bozunurlar. et yüksek sıcaklıkta hızlı çürür, çorba hızlı kaynar, bakteriler yaşayamaz ve ölürler. suyu kaynatma sebebimiz, sütü kaynatma sebebimiz hep budur. pişmiş et ile çiğ etin arasında tad farkı vardır; sebebi yapısının değişmesi. kağıtı yakarsak kül olur, şekeri yakarsak karamelize olur.

    işte içerisinde karbon bulunan bu organik sivrsinek salgısını da sıcak bir kaşıkla ısı vererek bozabiliriz. böylece ortada bozunmuş bir kimyasal bileşen kalacaktır ve kaşıntı son bulacaktır.

    insanlığı kurtarmak için özel çalışmalarımdan birisini burada yayınlama gereği duydum. bundan sonra kampa falan gittiğinizde yanınıza bir çakmak ve bir çay kaşığı alın.

  • domates fideleri arasına ekilen kadife çiçekleri beyaz sinekleri uzaklaştırıp toprağı zenginleştirirken, fesleğenler ise domatese keskin bir tat vererek aromasını renklendirir

  • karayolu projelerinde 10 km'den daha fazla düz yol yapılması; dikkat dağılması sebebi ile uygun bulunmaz. yani dümdüz yolda da sürücüler dikkat dağılması, uyuklama vb. nedenlerle kaza yapmaya oldukça yatkındır. işte bundan haberi olmayan yazar hezeyanıdır bu istek.

    kaldı ki bu mantıkla konya ovasında hiç trafik kazası olmaması gerekir.

    edit: itü yayınlarından yol inşaatı adlı kitabın 120. sayfasından:

    "gerçekte arazi durumu elverişli olsa da bir yolun uzun bir mesafe boyunca düz yani alinyiman olarak devamı istenmez. çok uzun, örneğin, 8-10 km'den daha uzun alinyimanlarda monoton bir ortam ve taşıt kullanma sonucu sürücünün dikkati dağılır. ayrıca, yolda yolda orta refüj yoksa geceleyin karşılıklı far etkisi yani göz kamaşması artacağı gibi yol doğu-batı yönünde ise uzun süreli güneş etkisi de söz konusu olur. her üç durum sürücü yönünden kazaya karışma olasılığını arttırır. bu gibi durumlarda, uzun alinyiman (düz yol) yerine daha kısa alinyimanlar teşkil edip bunları büyük yarıçaplı kurbalarla (viraj) birbirine bağlamak uygun olur. "

    demek ki neymiş, kendi kendine giden araçlar yapılmadıkça dümdüz yol ağı bir hayalmiş.

  • gerçek bir rezalet.

    ya şöyle olsaydı: yetkili servise emanet ettiğiniz arabanızla firma personeli gezip tozuyor. bu sırada aşırı sürat yapıyor ve bir yayayı eziyor. panik olup kaçıyor. yaya kazanın etkisi ile hayatını kaybediyor. bu arada görgü tanıkları/ kamera kayıtları aracın marka/model ve plakasını kayıt altına alıyor.

    araç size teslim ediliyor. teslim tutanağı gargaraya getirilerek imzalatılmıyor. siz de alışık olmadığınız için ve aracınıza kavuşma heyecanı ile aklınıza bile getirmiyorsunuz teslim tutanağı istemeyi. düşünün, kaçınız aracını servisten alırken size tutanak gösterilmese bunun için ısrarcı olursunuz.

    birkaç gün sonra polis kapınızı çalıyor ve aracınızın ölümlü bir trafik kazasına karıştığını bildiriyor. kelepçelenerek savcının karşısına çıkıyorsunuz. savcı tutuklu olarak yargılanmanıza karar veriyor. avukatınız servise başvuruyor. o da ne? servis aracı size günler evvel teslim ettiğini beyan ediyor.

    yıllarca, ilişkiniz olmayan bir suçun cezasını hapis yatarak çekiyorsunuz. tüm bunların sebebi, dünya çapında bir araba markasına ve onun yetkili servisine duyduğunuz güven. onların müşterisi olmanız.

    anlatılan olaydan sonra, bu yazdığım varsayımın asla gerçekleşmeyeceğini düşünen birisi kaldı mı acaba? işte bu kaybedilen şeyin adı müşteri güveni ve ticari itibar.

  • vajina (bkz: güzel şeyler gelsin başına) üstünde bulunan minnak küçük noktacık.

    penisten hemen hemen 2 kat daha fazla sinir sonlanmasına sahip cinsel organdır
    işlevi cinsel ilişkiden zevk alınmasını sağlamaktır.(zevkin artmasını sağlamaktır keza vajina kanalında da sinir uçları bulunur ancak rahim ağzına gittikçe bunların sayısı azılır) penisten farkı gelişmemiş olması ve içinde bir idrar kanalının olmayışıdır. bu tanımı ile penisin homoloğu şeklinde açıklanır.

    boyutu mu işlevi mi konusuna kendisi dahildir. belirli mr ile yapılan araştırmalar sonucunda boyutunun daha büyük olması alınan zevki aynı oranda etkilediği görülmüştür

    cinsiyet tabiri kullanmadım çünkü bu küçük atom karınca tüm dişi memelilerde bulunur

  • stephane mallarme bile daha sağ olduğu yıllar vay be! rimbaud 'un ölümüne 1 yıl kala. fransız boheminin yavaş yavaş bittiği, ve 20.yy buhranına 10 yıl kala! fransız sembolistlerin öldüğü ve esin kaynağı olduğu adamların, başka bir dönüm noktasında doğduğu ya da gençliklerini yaşadıkları yıllar. (yaşamak denilirse) france pessimisme olarak değerlendirdim. georges bataille 'ın doğumuna 7 yıl kala! bay safkan deli antonin artaud'un doğuma 6 yıl kala! andre breton da 6 yıl. tristan tzara da 6 yıl. ve tabii ki paul cezanne gibi bir adam yaşıyor o yıllarda.

    birçok çevreyi bir arada tutacak ve oraya çekecek kültür saplantılarına kucak açacak, tamda paris göbeğinin ortasında başka kafaların yaşantılarının yok olduğu yerde, diğer taraftan da bambaşka yüzlerin doğup büyüdüğü dönemin şekillenmesinde büyük kapı aralayan yıllardır.

    edit: ''kala'' mim oldu! etkilendiğim diyeceğim; orjinal denilebilecek adamları da- böylece, o yüzyıllarda yaşadıkları atmosferi görmüş olduk.

    yıl bitimi editi: restore edilmiş bu video ile özdeşleştirilecek bir yapım bırakıyorum: lumière! (2016) imdb şeysi

  • fabrikasini satip, calisanlari isten cikartip, parayi ulkesine goturup, araba uretmeye ve turkiyeye araba satmaya devam edecektir. bir daha uzun bir sure boyunca boyle buyuk firmalar da turkiyeye gelmez. ama "gelir gibi yapar, geliyorum bekleyin" der. lakin, gelmez.

  • doksanlı yıllar, türk sineması için boğuk ve karanlık yıllardı. "yeşilçam öldü, yaşasın türk sineması" söylemleri altında yeni bir sayfa açıldığını düşünmüştük; ancak işler hiç de tahmin edildiği gibi gitmedi. türk sineması, sinema salonlarına seyirci çekemez hale gelmişti. 1996 yılında eşkiya gibi bir film sinema salonlarına gelinceye dek hiç kimsenin bir şeylerin iyiye gideceği yönünde bir umudu kalmamıştı. fakat tüm bu olumsuzluklara rağmen doksanlı yıllar, türk sineması açısından toplumsal hikayelerden bireysel hikayeler anlatmaya geçişimizin de habercisi oldu. ayrıca doksanlar, cesaret dolu filmleriyle de önemli bir dönemeçti. doksanlarda yakalanan bu cesareti, 2000'li yıllara taşıyıp taşıyamadığımız ise bence açıkça ortada.

    şimdi gelin doksanların önde gelen türk filmlerine bir göz atalım.

    75) (bkz: böcek) (yön. ümit elçi, 1995)
    74) (bkz: bir küçük bulut) (yön. faruk turgut, 1990)
    73) (bkz: madde 438) (yön. ümit efekan, 1990)
    72) (bkz: uzlaşma) (yön. oğuzhan tercan, 1991)
    71) (bkz: ölürayak) (yön. aydın bağardı, 1990)
    70) (bkz: benim sinemalarım) (yön. füruzan, gülsün karamustafa, 1990)
    69) (bkz: amerikalı) (yön. şerif gören, 1993)
    68) (bkz: çözülmeler) (yön. yusuf kurçenli, 1994)
    67) (bkz: bütün kapılar kapalıydı) (yön. memduh ün, 1990)
    66) (bkz: cazibe hanım'ın gündüz düşleri) (yön. irfan tözüm, 1992)

    65) (bkz: berlin in berlin) (yön. sinan çetin, 1993)
    64) (bkz: abuk sabuk bir film) (yön. şerif gören, 1990)
    63) (bkz: aşk ölümden soğuktur) (yön. canan gerede, 1994)
    62) (bkz: ateş üstünde yürümek) (yön. yavuz özkan, 1991)
    61) (bkz: bir kadın düşmanı) (yön. hüseyin karakaş, 1991)
    60) (bkz: koltuk belası) (yön. kartal tibet, 1990)
    59) (bkz: kurt kanunu) (yön. ersin pertan, 1991)
    58) (bkz: varyemez) (yön. orhan aksoy, 1991)
    57) (bkz: suyun öte yanı) (yön. tomris giritlioğlu, 1991)
    56) (bkz: iki başlı dev) (yön. orhan oğuz, 1990)

    55) (bkz: babam askerde) (yön. handan ipekçi, 1995)
    54) (bkz: kasaba) (yön. nuri bilge ceylan, 1997)
    53) (bkz: kaçıklık diploması) (yön. tunç başaran, 1998)
    52) (bkz: düş gezginleri) (yön. atıf yılmaz, 1992)
    51) (bkz: gülün bittiği yer) (yön. ismail güneş, 1999)
    50) (bkz: bir erkeğin anatomisi) (yön. yavuz özkan, 1997)
    49) (bkz: devlerin ölümü) (yön. irfan tözüm, 1990)
    48) (bkz: yara) (yön. yılmaz arslan, 1998)
    47) (bkz: gün ortasında karanlık) (yön. memduh ün, 1990)
    46) (bkz: bir sonbahar hikayesi) (yön. yavuz özkan, 1994)

    45) (bkz: uzun ince bir yol) (yön. tunç başaran, 1991)
    44) (bkz: kurşun adres sormaz) (yön. bilge olgaç, 1992)
    43) (bkz: bir aşk uğruna) (yön. tunca yönder, 1994)
    42) (bkz: ikili oyunlar) (yön. irfan tözüm, 1990)
    41) (bkz: yengeç sepeti) (yön. yavuz özkan, 1994)
    40) (bkz: tersine dünya) (yön. ersin pertan, 1993)
    39) (bkz: iki kadın) (yön. yavuz özkan, 1992)
    38) (bkz: sen de gitme) (yön. tunç başaran, 1995)
    37) (bkz: soğuktu ve yağmur çiseliyordu) (yön. engin ayça, 1990)
    36) (bkz: c blok) (yön. zeki demirkubuz, 1994)

    35) (bkz: çıplak) (yön. ali özgentürk, 1991)
    34) (bkz: karartma geceleri) (yön. yusuf kurçenli, 1990)
    33) (bkz: hamam) ( yön. ferzan özpetek, 1997)
    32) (bkz: iz) (yön. yeşim ustaoğlu, 1994)
    31) (bkz: güneşe yolculuk) (yön. yeşim ustaoğlu, 1999)
    30) (bkz: zampara seyfettin) (yön. ünal küpeli, 1995)
    29) (bkz: gizli yüz) (yön. ömer kavur, 1991)
    28) (bkz: 80. adım) (yön. tomris giritlioğlu, 1996)
    27) (bkz: sarı zeybek) (yön. can dündar, 1993)
    26) (bkz: tatar ramazan sürgünde) (yön. melih gülgen, 1992)

    25) (bkz: salkım hanım’ın taneleri) (yön. tomris giritoğlu, 1999) kaliteli dönem filmi çekebildiğimizi ispat etmiş olduğumuz film. bu filmde, ikinci dünya savaşı sonrasında istanbul'da sermayenin nasıl el değiştirdiğine içimiz cız ederek şahit oluruz. zafer algöz'ün anadolu'dan istanbul'a kısa yoldan zengin olmak için göç eden uyanık bir köylüyü canlandırdığı "durmuş" karakteri bugün için bile bize çok şey anlatmaktadır.

    24) (bkz: istanbul kanatlarımın altında) (yön. mustafa altıoklar, 1996) pek çok eksiği bulunmakla birlikte filmin cesaretine hayran olmamak elde değil. 25 yıl öncesine dönüp baktığımızda vay be o zamanlar ne cesur işler yapmışız diyebiliyorsak "yazık" bizim bugünkü halimize. tekrar filme dönecek olursak filmde pek çok tarihi hata bulunduğunu söylemekte fayda var. fakat filmin hayallerle bezenmiş senaryosunu da çok beğendim. "dur sen, ben şu dörtlüye bir takılayım" diyen bir iv. murat, nereden baksan tutarsız ama başka yerden bakınca da izlemesi keyifli bir padişahtı.

    23) (bkz: laleli'de bir azize) (yön. kudret sabancı, 1999) gemide filminin öncesi ve sonrasına değinen hoş bir seyirlik. gemide gibi bir filmin arkasına sığınınca haliyle onun yanında küçük kalıyor. film, tek başına ele alındığında ise deneysel yanlarının da olmasından dolayı övgüyü hak ediyor bence. fakat çok büyük beklentilere girmemekte fayda var. filmi izledikten sonra filmin bazı tuhaflıkları olmasa bir şahesere dönüşme şansı da varmış diyeceksiniz.

    22) (bkz: gece, melek ve bizim çocuklar) (yön. atıf yılmaz, 1994) türk sinemasının cüretkarlığı açısından doksanlara hayran olmamak elde değil. o zamanlarda çekilen filmleri izledikçe ne cesur işlere imza atıldığına bir kez daha şahit oldum. film, hem baş rol oyuncularının sonradan başlarına gelenler hem de istanbul'un arka sokaklarından bulaşmak istemediğimiz insanların hikayelerine el atması sebebiyle doksanların unutulmaz işlerinden biriydi. 2021 yılında bile böylesine cesur bir film çekemeyeceğimizi bilmek ise ne üzücü.

    21) (bkz: kara kentin çocukları) (yön. orhan oğuz, 1999) orhan oğuz bir film çeker ve yıllarca biz seyirciler bu yer altı filmine ulaşamayız. şimdi ulaştığımızı düşündüğümüz kopyası ise oldukça kötü ve izlenmez haldedir. ancak ne kadar kalitesiz bir kopyasını da izleseniz filmin türk sineması açısından önemini hemen fark edeceksiniz. ismi kulaktan kulağa yayılarak tam bir kült filme dönüşen ve hala hakkında konuşulan gerilla usulü çekilmiş tam bir yer altı filmi. türk sinemasından böyle bir film çıktığına inanamayacaksınız.

    20) (bkz: propaganda) (yön. sinan çetin, 1999) kemal sunal'ın son filmine listede yer vermeden edemezdim. hem üstadın son filmi olması hem kendi içinde de iyi bir film olması açısından "propaganda" doksanların akıldan çıkmayan filmlerinden biriydi. gösterime girdiği dönemde sinema salonlarından sinan çetin'i mutlu ederek ayrılmıştı. doksanların sonunda bir milyondan fazla seyirciyi salonlara çekerek o zamanlar için büyük bir başarıya da imza atmıştı. tabi bunda filmin reklam faaliyetlerinin, magazinsel anlamda çok iyi yürütülmesinin de büyük payı vardı.

    19) (bkz: karılar koğuşu) (yön. halit refiğ, 1990) türk edebiyatının büyük yazarlarından kemal tahir'in hapishane yıllarını anlatan ve yine onun aynı isimli kitabından uyarlanan bir halit refiğ şaheseri. türk filmlerinden alışık olmadığımız kadar uzun olan süresine rağmen sizi bir dakika bile sıkmayan bir film. bu arada kadir inanır da en iyi rollerinden birini bu filmde canlandırmış. kendisine eşlik diğer tüm oyuncuların da emeklerini anmadan geçmeyelim.

    18) (bkz: piano piano bacaksız) (yön. tunç başaran, 1991) türk sinemasında oldukça sert filmlere imza atılan doksanlarda izleyebileceğiniz en samimi ve sıcak filmlerinden biri. bu filmde, ikinci dünya savaşının boğucu atmosferi altında bir grup insanın bir konağın çatısı altında yaşadıklarına ortak oluruz. bu konağın içindeki her bir oda ayrı bir hikaye barındırır içinde. müşfik kenter'in muazzam sesiyle birlikte tatlı ve keyifli bir masalı hem dinler hem de izleriz.

    17) (bkz: mayıs sıkıntısı) (yön. nuri bilge ceylan, 1999) "mayıs sıkıntısı", nuri bilge ceylan'ın ikinci uzun metraj filmidir. iran sineması esintileri filmde fazlasıyla hissedilir. film çekmek isteyen ancak finansal sıkıntılar sebebiyle yakın çevresini filminde oynatmak durumunda kalan bir yönetmenin hikayesi anlatılır bu filmde. oldukça naif, samimi ve şirin bir filmdir. başyapıtlarından ilki olacak uzak (2002) filmini çekmeden önceki son durağıdır.

    16) (bkz: ağır roman) (yön. mustafa altıoklar, 1996) doksanlara çocukluğu denk gelen benim gibilerin zihninde derin izler bırakan türk sinemasının en sert filmlerinden biri. film, başından sonuna aklımızdan çıkaramadığımız pek çok sahneyi içinde barındırır. 90'ların sert ve puslu atmosferine bu kadar uyumlu bir film bulmak gerçekten zordur. 2000'lerde böyle filmler çekemeyişimiz ise özgürlük anlamında ne denli gerilediğimizin en büyük göstergelerinden biridir.

    15) (bkz: akrebin yolculuğu) (yön. ömer kavur, 1997) ömer kavur her anlamda auteur bir yönetmendir. onun filmlerini nerede görseniz ayırt edebilirsiniz. kendine has bir tarzı olan ve bunları filmlerine ustalıkla yansıtabilen sinemamızın en iyi yönetmenlerinden biridir. "akrebin yolculuğu" ise yönetmenin beni fazlasıyla şaşırtan bir filmi oldu. "gizli yüz" filmi ile azıcık hayal kırıklığı yaşamış iken bu film sayesinde silkinerek kendime geldim. karşımdakinin ömer kavur olduğunu bu film bana tekrardan hatırlatmış oldu. bir yolculuğa çıkan ve gittiği yerde kendisine denk gelen bir saatçinin hikayesi sizi de inanılmazı güç bir yolculuğa çıkaracak.

    14) (bkz: gölge oyunu) (yön. yavuz turgul, 1993) doksanlar, yavuz turgul'un adını altın harflerle yazdığı yıllar olmuştur. doksanlı yıllarda üst üste çektiği üç film de şaheser düzeyinde filmlerdir. bunlardan "gölge oyunu", üstadın çektiği diğer filmlerden de ayrı bir yerde durmaktadır. türk sinemasının büyülü gerçekçilik akımından etkilendiği belli olan nadide filmlerinden biridir.

    13) (bkz: camdan kalp) (yön. fehmi yaşar, 1990) fehmi yaşar'ın ilk ve tek filmi. onun bu filmini izledikten sonra keşke başka filmler de çekseydi diye söylenmeden edemiyorum. türk sinemasında eşine az rastlanır türden bir film. bu filmi herhangi bir kategoriye sokabilmek çok zor. absürt desek bir dert kara mizah desek başka bir dert. en iyisi mi siz tuhaflığı ile devleşen bu harikulade filmi bir kez olsun izleyin.

    12) (bkz: üçüncü sayfa) (yön. zeki demirkubuz, 1999) türk sinemasında hiç "kara film" örneği var mı diye soranlara bu filmi örnek gösterebilirsiniz. başak köklükaya, "meryem" rolüyle başarılı ve farklı bir "femma fatale" tiplemesi çizer. belli türler arasında sıkışıp kalmış olan sinemamızda, farklı işlerin de çıkabildiğini bizlere ispatlayan ve sonuyla da izleyiciyi ufaktan şaşırtmayı başaran kaliteli bir filmdir.

    11) (bkz: zıkkımın kökü) (yön. memduh ün, 1992) memduh ün ve muzaffer izgü'nün bizlere en güzel armağanı. arabesk kokulu dramların arasında boğulup gitmiş türk sinemasının dramla da alay edilebileceğini gösteren harikulade bir örneği. okumak için yanıp tutuşan çocuk "muzo"nun yetişkinleri bile kedine hayran bırakan hikayesi. söyleyin bana, türk sinemasında muzo kadar güzel gülen bir çocuk karakter daha önce görmüş müydünüz?

    10) (bkz: dönersen ıslık çal) (yön. orhan oğuz, 1993) manuş baba'nın şarkısı sayesinde türk sinemasında böyle bir film olduğunu öğreneceğim kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. toplumsal gerçekçiliğin en sert halini görebileceğiniz muazzam bir film. iki cüce karakterin karşılaştığı ve birinin diğerine "ben senden daha uzunum" diye atarlandığı sahne, yüzlerce sayfa ile anlatamayacağınız kalitede psikolojik tahliller ve toplumsal yorumlar içerir.

    9) (bkz: tatar ramazan) (yön. melih gülgen, 1990) "tatar ramazan" filmini 1992 yılında çekilen devam filmi "tatar ramazan sürgünde" filmiyle birlikte değerlendirmemiz lazım gelir aslında. ben her daim bu iki filmi tek bir film gibi düşünmüşümdür. defalarca izlediğim ve her izleyişimde beni etkilemeyi başaran türk sinemasının şaheserlerinden biridir. haksızlığa ve adaletsizliğe inen ağır bir tokattır bu film. her izlediğinizde tatar ramazan'ın attığı nutuklar kulaklarınızda yankılanır durur.

    8) (bkz: tabutta rövaşata) (yön. derviş zaim, 1996) müzikleriyle olsun ahmet uğurlu'nun muazzam oyunculuğuyla olsun anlattığı naif hikayesiyle olsun yıllar geçse de ismi hayırla yad edilecek bir film. tabi tuncel kurtiz'in sanki yılların balıkçısıymış gibi döktürmesine de değinmeden olmaz. yıllar geçecek ama bizler "mahsun"'un kucağında tavus kuşuyla surların arasında dolaşmasını asla unutmayacağız.

    7) (bkz: kaç para kaç) (yön. reha erdem, 1999) reha erdem'in sanatla kafayı bozmadan önce ne harika filmler çektiğini az çok biliyoruz. "korkuyorum anne" filmi ile birlikte kesinlikle reha erdem'in en iyi filmlerinden biri. bu film için, demirkubuz'un "üçüncü sayfa" filminin yanında doksanların birkaç "kara film" denemesinden biri diyebiliriz. taner birsel'in alıp götürdüğü, muhteşem bir "kendinden kaçış" filmi. belki paradan kaçabilirsin ama kendinden asla...

    6) (bkz: aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni) (yön. yavuz turgul, 1990) yavuz turgul'un doksanlarda yönettiği ilk filmi. turgul, doksanlara işte böylesine harika bir filmle giriş yaptı. aslında film az çok herkes tarafından bilinir hale gelse de filmin hala değerinin çok altında kıymet gördüğünü düşünüyorum. dram ve mizahın akıllıca çarpıştığı ancak filmin sonunda ilginç bir şekilde mizahın kazanmasına izin verilen gerçek bir başyapıt. bu anlamda yaptığı tercihle de alkışı hak ediyor. unutmayın yeşilçam'da her daim dram galip gelirdi.

    5) (bkz: her şey çok güzel olacak) (yön. ömer vargı, 1998) filmin kendisi kadar ismi de çok güzel. filmin isminin bizler için her daim apayrı bir yeri olacak. film hakkında konuşacak olursak ne denebilir ki. komik, duygusal, heyecanlı, can sıkıcı, nefret uyandırıcı, düşündürücü, kafa dağıtıcı... daha pek çok kelimeyi dizebilirim buraya. duyumsayabileceğiniz tüm hislere bu tek filmde sahip olabilirsiniz. cem yılmaz'ın sanırım her daim en iyi filmi olarak kalmaya devam edecek.

    4) (bkz: sarı mercedes) (yön. tunç okan, 1993) filmin kendisi kadar çekimleri de hayret uyandıracak kadar ilgi çekicidir. filmin çekimleri 1987 yılından 1992 yılına kadar sürmüştür. bu oldukça uzun süren çekimlerin ardından ortaya çıkan film ise tek kelimeyle harikuladedir. film, toplumsal mesajlar verirken ilyas salman'ın canlandırdığı "bayram" karakteri üzerinden de sarsıcı bir çöküşe bizleri ortak eder. ilyas salman'ın oyunculuğu ise her anlamda olağanüstüdür. böylesine bir oyuncuyu günümüzde ekranlarda göremiyor oluşumuz ise bizim ayıbımız olsun.

    3) (bkz: gemide) (yön. serdar akar, 1998) doksanlardan konu açıldıysa "gemide" filminden bahsetmemek olmaz. repliklerini ezbere bildiğimiz bu harika film, doksanların sonuna resmen damgasını vurmuştu. hala da türk sineması dendiğinde aklımıza saniyesinde gelen birkaç filmden biridir. 2000'lerin en iyi filmlerinden biri olan sarmaşık (2015) filmine de ilham olmuştur. bundan elli yıl sonra da değerini korumaya devam edeceğine adım kadar eminim.

    2) (bkz: masumiyet) (yön. zeki demirkubuz, 1997) bir türlü kapanmayan kapılar, anlatmakla bitmeyecek olan hayat hikayeleri, karşılık bulamadığın aşklar, peşinden gitmekle bıkmayacağın tutkular ve sonu gelmeyen türk filmleri. türk sinemasının tek kelimeyle yüz akı. zeki demirkubuz'un da bir nevi laneti aynı zamanda. bu kadar erken bir zamanda kendi sinemana böylesine bir eşik koyunca haliyle o eşiği geçmekte kendin bile zorlanıyorsun.

    1) (bkz: eşkiya) (yön. yavuz turgul, 1996) doksanlar türk sineması için talihsiz yıllar olarak anılır. belki de televizyonların hayatımıza iyice girmesiyle ya da sinemalara iyi filmlerin gelmemesi sebebiyle türk sineması salonlara seyirci çekmekte zorluk yaşıyordu. ta ki "eşkiya" filmi sahneye çıkana değin. gösterimde kaldığı süre boyunca 2 milyon 568 bin kişi tarafından izlenerek o tarihe kadar türk sinemasının en yüksek gişe hasılatı elde eden filmi olmayı başardı. defalarca izlediğim ve her izlediğimde beni kendine bir kez daha hayran bırakan gerçek bir başyapıt.

    edit:

    korku filmlerinin vazgeçilmez konusu tarikat ve cemaat kültü üzerine yazılmış, korku janrının klişelerini başarılı şekilde kullanabilmiş uzun bir korku hikayesi.

  • köleliğin birden kaldırılmama nedeniyle benzer durum. parayla satın almış kişiler köleliğin kaldırılmasına karşı çıkıyordu.

    fayda etmedi tabi. insanı köleleştirmek de bir mala %200 vergi koymak da zulümdür ve her zulüm eninde sonunda biter.

  • valeye yani 3.cü bir kişiye anahtarı verdiğiniz için kaskoda da sorun çıkacaktır, yiyeceğiniz en pahalı yemeği yemiş olabilirsiniz, geçmiş olsun...

  • orta sınıf türk erkeğine gereksiz bir kibarlık hırkası giydirdiler. kibarlık karşılıklı bir meziyettir, bakarsınız karşınızdaki insan dikkat ediyor elbette sizde edersiniz. ancak bu olayda gördüğümüz gibi umarım gezegenden silinirsin diyor bu hala kendini anlatma peşinde. şu şekilde konuşan bir drama queen'e ya bisktir git diyerek engel vurmak gerekiyor.

  • "bayan lan o.ç" diyen bir dallama içerir.
    yalakalık yapacak ya kadına, bayan olunca vurup kaçması normal tabi.

  • muğla'dan gelirken otobanda 160km/h hız ile gidiyorum ve önüm dolu, adam arkama geçmiş selektör çakıyor. amk dallaması zaten önüm müsait olsa ben gideceğim. en sonunda sinirlendim sert bir biçimde bastım frene. arabaya bir vur da ananı laciverte boyasaydım. sonra orta şerite geçtim, yanımdan geçerken manyak mısın der gibi el hareketi yapıyor. geçtim arkasına, bastım gaza bu seferde ben selektör yaptım. amk hıyarına empati yapmasını öğretiyoruz. adamı katil eder bu yavşaklar